Müzik tarihimizden kesitler..

Müzik tarihimizden kesitler..

Bu haber 1542 kez okunmuş ve görüntülenmiştir.

Fonograf mekanik altyapılı seslerin kaydedilmesi için 1877 senesinde Thomas Edison tarafından geliştirilen bir cihazdır. İlk kayıt cihazı özelliği taşıyan alet, gramofonla benzer popülerlik seviyesine sahip olup pek çok kayıt cihazı için temel oluşturduğu bilinmektedir Ses ve müzik kayıt tarihimiz, silindirli fonograflarla başlar.

Sermet Muhtar Alus, bu aletin İstanbul’da meydana çıkış yılının 1895 olduğunu söyler. Fonograf ilk olarak Beyoğlu Cadde-i Kebir’de, piyano satıcısı Ernest Comendinger’in mağazasının vitrininde görülür. Alus, aynı yılın Ramazan ayında fonografın Şehzadebaşı’nda Kolacı Ziver’in bitişiğindeki dükkânda halka dinletildiğini de hatırlar: Koskoca bir alamet. Üstünde birçok ıvır zıvır, etrafında şimdiki tansiyon aletlerindeki lastik kulaklıklardan bir düzine; yanında şişe şişe elektrik pili. Masanın dört yanına oturulur, kulaklıklar takılır, elektriğe cereyan verilince kovan dönmeye, sivrisinek vızıltısı gibi sesler duyulmaya başlar: Venedik Karnavalı, Faust, Carmen vesaire... Hava bitince kuruşunu verip kalk... Fonografın kısa sürede kurulu olanları da çıkar. Makineler Fransa’dan ithal edilmektedir.

Yine Alus, bunların satıldığı dükkânları sıralar: Beyoğlu’nda Bonmarşe, Tünel civarında Stentor Mağazası, İstanbul yakasında Hacı Köçek Camii yakınındaki saatçi, Vezneciler’de Makineci Salim ve Şehzadebaşı’nda Necati’nin dükkânı... İzmir’de karşımıza çıkan en eski fonograf ise saatçi Eyüp Sabri’nin dükkânındadır. Ahenk gazetesinde yayınlanan ilanında Balcılariçi’nde bulunan dükkânında fonograf makineleri yanı sıra ‘İstanbul’un en meşhur hanendeleri tarafından’ doldurulmuş kovanların da satıldığını öğreniriz. Refik Halit ‘umuma mahsus fonograflar’ı, evlerine gelen büyüklerden biri olan Hafız Efendiden naklen anlatarak bilgilerimizi çoğaltır.

Hafız Efendi, Çarşıkapı’ya yaklaşırken bir bakmış, dükkânın birinin vitrininde dikiş makinesi biçiminde bir alet, fırfır dönüyor, döndükçe siyah bir silindiri döndürüyor. Kuruşu vermiş, o da kulaklarına memeli lastik boruları sokmuş. Hayret: Adamın biri içeriden kâh kâh gülmüyor mu? İngilizce konuşmuyor mu? Refik Halit anlatmayı sürdürür: “İşte İstanbul fonografı ilk defa orada bu şekilde işitti. Sonra Vezneciler’de makineci Salim’in dükkânına getirdiler. Amma gene kulaktan takma cinsinden... Kovanlar: Bir İngilizin kahkahası, Abdülezel Paşanın nutku, Meddah Aşki’nin Yahudi taklidi gibi şeylerden ibaretti.” Fonograflara önce Türkçe bir isim olarak ‘sadanüvis’in yakıştırılmak istendiğini, ama bunun tutmadığını da Çankırılı Hacışeyhoğlu Ahmed Kemal anılarında aktarır. Ahmed Kemal, fonografın 1895-96 yıllarında İstanbul’a geldiğini, beş kişi birikinceye kadar beklenip 100 para verilerek dinlendiğini söyler.

Kendisi de ilk seferinde kuruş ödeyerek, “bir Yunan muharebesinde şehit düşen Abdülezel Paşanın ağzından, bir de Üçüncü Sultan Selim’in ağzından okunmuş iki hamasi nutuk” dinlemiştir. Bu iki nutku kovanlara Galatasaray Sultanisi jimnastik muallimi Faik Beyin okuduğu rivayet edilirmiş.4 Ercüment Ekrem Talu ise İstanbul’a ilk fonografın 1896-97 yıllarında geldiğini iddia eder. Ona göre bu fonografı Beyoğlu’nda Parmakkapı’da eczanesi bulunan meşhur kimyager Della Sudda Faik Paşa getirtmiştir.

İsteyen eczaneye girip 1 kuruş karşılığında (ama o zamanın 1 kuruşu gümüştendir), bir veya iki kovan dinleyebilmektedir. “Hiç unutmam ben Fransız edibi Emile Zola’nın güç anlaşılır bir nutkunu ve bir de Enclume adlı bir polkayı ilk olarak dinlemiştim.”5 Yeni bir icat olmasının getirdiği heves bir yana, fonografın zaafları hayli fazladır. O dönemin bir tanığı şöyle anlatıyor: Fonograf pek iptidaî bir şeydi. Plakları [bu alıntıda plak olarak belirtilen şey aslında kovandır] çikolata renginde ve üstüvani idi. Makine işlemeye başlayınca kâh cırlak, kâh hım hım bir ses duyuluyordu. (...) Fonografların iki iğnesi vardı. Birisi ses veren, diğeri plak dolduran. Üstüvani şekilde boş plaklardan satın alanlar plak dolduran iğneyi işletmeye başlayınca, borunun karşısına geçerler, şarkı söylerler, masal anlatırlar, taklit yaparlar, sonra ses veren iğneyi takınca kendi seslerini dinlerlerdi.

Kayıt yapma açısından üstünlükleri olsa da, fonograf kovanlarının çoğaltılamaması nedeniyle bu yeni alet fazla itibar görmedi. Meraklıları, iyi müzisyenlerin (örneğin Tanburi Cemil) doldurduğu kovanları alabilmek için yüksek meblağlarda para ödemek zorunda kalıyorlardı. Bu nedenle hemen arkasından piyasaya çıkan gramofon, kısa sürede fonografı gündemden düşürdü. Yine E.T. imzalı yazıya dönersek, bunun nedenlerini daha iyi görebiliriz: Fonograf piyasada uzun müddet kalmadı, yerini gramofona bıraktı. Gramofon fonografa nisbetle çok mükemmeldi.

Çabuk bozulup çatlayan üstüvani plakların yerine, bugünkü gibi daire şeklinde plaklar kullanılmaya başlamıştı. Ses de daha pürüzsüz, daha tabii şekilde geliyordu. İzmir’de yayınlanan Ahenk gazetesinde 1901 yılında çıkan bir ilanda gramofon şöyle tanıtılıyordu: Fonografın çatlak ve gayrı tabii sesinden herkes şikâyetçiydi. Amerika’da gramofon namıyla bir makine icat olundu ki, gayet sanatkârca yapıldığından ve sesi çıkaran aleti de madenden olduğundan ne kırılır ne de bozulur. Kovanlarında [bu haberde de plak yerine, belki de daha onun adı bilinmediği için kovan denilmiş] söylenen şarkılar, her bir hanende ve mızıkanın sesinden hiç fark olunmaz. Kovanlar düz, hacmi ufak ve sert olduklarından bozulmazlar. Türkçe ve Rumca çeşitli şarkılar ve Avrupa ve Asya havalarının çoğu ustalıkla kovanlara nakledildiği gibi, yeni çıkan şarkılar da sipariş verildiğinde getirilecektir.

Muhterem müşterilerimizden tabii ses ile şarkı beklemeyi arzu edenler, İplikçiler Çarşısı’nda Mirkelamoğlu Hanı’ndaki 16 numaralı mağazada bulunan Dersaadet emanetçisi Mustafa Efendi’nin mağazasına müracaat etmeleri... Tanburi Cemil Beyin hayatını oğlu Mesud Cemil’in kaleminden okuduğumuzda ilginç bilgiler ediniriz. Fonograf ve gramofon dönemlerini birlikte yaşamış olan Tanburi Cemil bu araçlardan hem ‘tiksinmiş’ hem de onların çekiciliğine kapılmıştı. Mesud Cemil şöyle anlatıyor: Kovanlı fonograf zamanında, her birini teker teker doldurduğu üstüvaneler, sihirli birer kutu gibi imparatorluğun en uzak köşelerine gidiyor, 1 lira çeyreğinden birkaç altına kadar satılıyordu. Bu kovanlar dolduktan sonra tek ve çoğaltılması kabil olmayan bir ses akümülâtörü teşkil ederdi. Bunun için her yeni kovanın seslendirilmesi, yeniden çalmayı icabettiriyor, büyük emek, uzun zaman istiyor; nihayet, az sayıda meydana çıkıyor, pahalı satılıyor; kolay kolay “harcıâlem” olamıyordu.

ETİKETLER :

ÖNERİLEN HABERLER

YAZARLAR

DEICMANN BANNER PEGASUS BANNER MG BANNER MC DONALD'S PENTİ İÇ GİYİM
POLİSAN CHAKRA ALIŞ GİDİŞ