Nur Gökırmaklı İle Resim, Şiir, Yazarlık Ve Moda tasarımcılığı Üzerine Söyleşi..

Nur Gökırmaklı İle Resim, Şiir, Yazarlık Ve Moda tasarımcılığı Üzerine Söyleşi..

Bu haber 3427 kez okunmuş ve görüntülenmiştir.

Yazar, Şair, Ressam Ve Moda Tasarımcısı Nur Gökırmaklı İle Kapsamlı Bir Söyleşide Bulunduk. Sanatçının İş Yaşamından Sanat Yaşamına Olan Süreçteki Başarıları Hakkında  Bir Röportaj Gerçekleştirdik

- Merhaba! Nur hanım, Bu röportajı kabul edip bizleri misafir etmenizden dolayı sonsuz teşekkürlerimizle.. Sizin mesleğinizi moda tasarımcısı olarak biliyor ve moda dünyasından yakından tanıyoruz. Bunun yanı sıra Resim, edebiyat yaşamınıza nasıl dahil oldu?

Sanatı kremalı bir pastaya benzetecek olursak, moda tasarım da pastanın dilimlerinden biridir, bir ceket modelini önce tasarlamak sonra kâğıt üzerinde çizmek, kalıba, ölçülerle aktarmak, sonrada kumaşa uygulamanın roman yazmaktan pek bir farkı yoktur. Edebiyata gelince; o bir aşktır, mesleğiniz ne olursa olsun, asla buna mani değildir, üstelik bu aşkın mazisi çocukluk yıllarıma uzanacak kadar eskidir. İlk şiirimi on üç yaşımda yazdığımı hatırlıyorum, on beş yaşımda ise okulda yapılan bir yarışmada yazdığım bir şiirle birincilik ödülü almıştım. Bu ödül hadisesi bende özgüveni pekiştirmiş olacak ki, bu güne kadar yazmaya devam etmemi sağladı.

- Moda tasarım mesleğinizin yoğunluğu içinde beş şiir, bir felsefi öykü kitabı yayımlayıp altıncısını da yola çıkarmanız, ayrıca da Yağlıboya Resim ve onlarca sergi sunumu varsa,  ister istemez insan sizi zaman kavramını yıkmış biri olarak düşünüyor

Her şeyden önce zamanın göreceli bir kavram olduğunu söylemeliyim. Zamanı iyi kullanmasını bilenler için uzun, bilmeyenler için kısadır. Bana sorsalar dünyada en değerli şey sizce nedir? Zaman derim. Yine bana sorsalar; dünyada kaybedilmemesi gereken tek şey nedir? Zaman derim. O nedenle tek bir dakikam bile en değerli mücevherlerden dahi kıymetlidir. Ayrıca da ben hiper aktif biriyim günde dört ya da beş saatlik bir uyku yeteri gelmektedir. Geri kalan vaktimi sürekli üretim yaparak geçirmenin verimliliği diye cevaplayabilirim.

- Yönelteceğimiz sorular her ne kadar monotonluğunu korumuş olsa da, vereceğiniz yanıtlar söyleşimize  o denli taze ve farklı bir renk katacağından şiire bakışınızı öğrenmek isteriz. Şiir size göre nedir

Şiir ne değildir ki; o, boşlukların yankısıdır, uğultusudur, bir çığlıktır, bir tokattır, bir kurşundur, bir sevinçtir, yaşamın damıtığıdır. Kalbin hasadıdır.  Gözünün görebildiği ve yaşayabildiğin her şeyin nektarıdır.  Şiir, sözcükler topluluğundan güzel biçimler çizme ve az sözle çok şey anlatma sanatıdır. Bir mecazla ifade edersem: Şiir elbisesinin giydirilmesini bekleyen bir çocuktur. Hangi çocuğa hangi elbise yakışırsa, terzi makasını o model üzerinde oynatmalı. Hüzün şiiriyse, kumaşın rengini ona göre seçmelidir. İsyan şiiriyse onun düğmelerini ve yakasını göz önünde tutmalıdır.  Kısaca sözcüklere estetikle birlikte yüklenen anlam ve duygular, ölçülü veya serbest nazım tarzına yakışmalıdır.

-  Sizce bir şairin kalemi nasıl olmalı? Şiirinlerin rengi, karakteri, sesi, müziği var mı?

Ben bir edebiyat piri değilim, eleştirmeni hiç değilim. Zaten sanat alanında iki şey asla eleştiriye açık değildir, olamaz da.  Bunlar resim ve şiirdir. Çünkü: duygunun fotoğrafını çeken ruhun deklanşörüne ne yansımışsa sadece kendisi bilir. Bir başkası o merceğin içinde değildir. Dolayısıyla da eleştirme hakkı bulunmamaktadır. Ve fotoğrafı çeken ruhun ne gördüğünü yalnız kendisi bilir.  Başka yazan kalemlerin üzerinden konuşup haddimi aşmam. Ancak kendi üzerimden bir yorum yapacak olursam şöyle diyebilirim. Her şeyden önce bir şairin içsel bir derinliği, içsel bir yaşamı olmalıdır.  Bu şairliğin en belirgin özelliğidir. Koca YUNUS boşuna mı “Bir ben vardır benden içeri” demiş. İçerdeki beniyle buluşabiliyorsa bir şair, yazdıkları sağlam cümleler olsa gerek diye düşünüyorum.

Yani yazmakta olan bir kişi, kelimeler topluluğunu yerli yerine yerleştirebilmişse bu düzene birde estetik boyut kazandırabilmişse şairlik vasıflarına sahip demektir. Tabi bu da yeterli değil; Türkçeyi en doğru ve en sade biçimde kullanmak, yanı sıra, imlâ düzeni ve en önemlisi çok okuyarak birikim oluşturmak.  Bunlar bir şaire gerekli olan en önemli materyallerdir. Bu anlamda, siz kendinizi yeterli buluyor musunuz?  Diye soracak olursanız, hayır derim.   Çünkü edebiyat sonsuz bir okyanustur, onun içinde yüzmeyi öğrenmeğe çalışıyorum.

-  Sn. Gökırmaklı, şiir yazmaya nasıl başlarsınız, gelen o ilham nasıl bir şeydir ki, sizi böyle harekete geçiriyor,  bu büyüleyici ve içi dolu geniş anlamlı kelimeler nasıl bir anda oluşup bir hikâye de toplanabiliyor?

Sır kapısı gibi bir şeydir bu. Zaman ve mekân onun için geçerli değildir, her hangi bir yerde ve herhangi bir zamanda aniden açılıverir o kapı ve siz bir anda o kapıdan içeri girersiniz. Nasıl girdiğinizin, neden girdiğinizin bilincinde olmadan, o an siz, siz değilsinizdir artık. Dilinizi, düşüncelerinizi birikimlerinizi, kaleminizi kullanan bir güç vardır sanki.  İradenizi yarı yarıya ele geçirmiştir ve kaleminizi istediği gibi kullanır, istediğini yazdırır. Şiiri tamamladıktan sonra sizi kil bir kap gibi kenara bırakarak kapıyı çekip çıkar.    

Ben genellikle bu biçimde yazarım.  Düşünerek yazmayı çok denemişimdir, fakat üç satırdan öteye asla gidememişimdir. Oysaki öteki yazış biçiminde, tek bir satır sislerin arasından çıkıp geliverir ve sizi büyüler. Siz o tek satırın ardına takılıp gidersiniz, o tek satır sizi esir almıştır artık, şiiri tamamlamadan kesinlikle sizin zincirlerinizi çözmez.  Tabi şunu da belirtmeliyim ki, yazarken kullanılmış sözcükler, tamamen sizin alt yapınız ve birikiminizle alâkalıdır. Kalemi eline alan, şairin içindeki şair olsa da, sizin ruh ve beyin tablonuza kayıtlı kelimeleri seçerek yazar. “Allah’ın sır hazineleri arşın altındadır, anahtarı şairlerin dilidir ”demiş Hz. Muhammet. Yine bir başka düşünür: “Şiir İlahların dilidir” demiş.

- Nur Hanım konumuzun dışında bir soru iletmek istiyorum, merakımı celp etti. Bir şairi tanımak yazdığı satırlarla mümkün müdür acaba?

Bir şair her şeyden önce cesur olmalı, sevgiliye, doğaya, aşka,  şiirlerinde ne denli yumuşak davranıyorsa, haksızlığın karşısında da yazdığı şiiri kurşun sıkar gibi ya da bir surata atılan tokat gibi de kullanabilmeli.  Hiciv de yapabilmeli, gönderme de. Şairin kalemi evrensel olduğu kadar aykırı da olmalı, sivride. İşte bütün bu renklilik içinde bir şairin kişiliğini kullandığı kelimelerden yakalayabilirsiniz. Çünkü sözcükler boş kalıplar değildir, mecaz manada tanımlarsam; sözcüklerin dili vardır, rengi vardır, kokusu vardır, sesi vardır, biçimi vardır. Bir şairin hayal dünyasını, birikimini, yaşam felsefesini sözcüklerde yakalamak iyi bir okuyucu için kolaydır. Bir şairin iç dünyasındaki çatışmaları, mutlulukları mutsuzlukları ve idealizmi görebilirsiniz. Ancak bir şair insan ilişkilerinde; bir orkideye, bir lotus çiçeğine yazdığı şiir kadar naif olabilmelidir de.

- Edebiyat otoriteleri hece kalıplarıyla yazılan şiirlere daha çok itibar etmişler, bu konudaki görüşlerinizi almak istiyorum

Bu ilk zaman düşüncesidir. Geçmişte bu görüşü savunan birçok edebiyatçımız bugün serbest vezinle yazılmış şiirlere de aynı önemi vermekte gecikmemişlerdir. İlk aklıma gelen Nazım Hikmet Örneğidir. Çiçek bazen sert kayaların eteklerinde açınca o doğal görünümüyle bulunduğu yerde çok güzel görünür. Bir bakarsınız kristal bir vazoya aranje edilmiş bir başka çiçek demeti de bulunduğu yere çok yakışmış. Bir pınar düşünün, dağların arasından inip bozkırda gelişigüzel akar ve doğaya inanılmaz bir güzellik katar (serbest nazım tarzı) Aynı su etrafı mermer taşlarla süslenmiş bir havuzu doldurur ve bulunduğu mekânı güzelleştirir.(hece kalıbı tarzı)

Öyle şiirler de vardır ki, ölçü kalıbı içinde tüm güzelliğini yitirir. Bazı şiirler de illaki ölçüyle sesini duyurur. Ölçünün rağbet gördüğü alan daha çok şiirin(güftenin) şarkıya dönüştürüldüğü alandır, 12 yıl Müzik yapan ve sahne alan,  notalarla boğuşan birisi olarak gözlemlediğim şudur ki: şarkıya dönüşecek bir şiirin (güftenin) notalarla buluşabilmesi için, sesli ve sesiz harfler önemsenerek yazılan ölçülü şiirdir.  Ancak;  derin bilgiye sahip nice bestekârlarımız vardır ki,  serbest şiiri de büyük bir ustalıkla müziğe yedirmesini bilmiştir. Bir şair tercihini serbest vezinle yazmak ta belirlemiş olsa da, hece vezniyle de yazabilmelidir. Benim tercihim şiiri özgür bırakmaktan yanadır. Zira iç dünyanızın size sunduğu ilham, verilmiş bir hediyedir.  Hediyeyi beğenmemek olmaz, ölçülü ya da serbest verilmiş her biçimdeki hediye değerlidir. Şaire düşen görev, çok çok okuyarak birikim yapmak ve çokça gözlem yapmaktır.  İçerdeki ilham çeşmesi akmağa başladığında, dolması için tutacağı sözcük kapları hem şık, hem derin, hem de geniş olmalıdır. Zira kelimelerin anlamları ne denli geniş ve derin olursa, şiirimiz de o denli etkili, o denli büyüleyici olacaktır kanısındayım. Umarım çok büyük sözler etmedim.  Bunlar benim şahsi görüşlerim, edebiyata ve şiire bakış açım. Edebiyatçı büyüklerimin ve şair dostlarımın görüşlerine de sosuz saygı duyuyor, onlarında fikirlerini benimsiyor, şiirlerini gönülden paylaştığımı buradan söylemek istiyorum. Çünkü bakışlar ve yazışlar ne kadar farklılık arz ederse, edebiyatımız o denli zenginleşir kanısındayım.

 -  Şiirlerinizi okurken bir şey daha dikkat çekiyorsunuz.  İnsana dair, sevgiye dair, aşka, doğaya hatta isyana dair,  hemen hemen bütün şiirlerinizde felsefi imgeler kullanarak Tanrı’yla kaynaştırmışsınız. Tanrı’yı bütün varlıklara içirmek ister gibi.   Tanrı temasını çok işlemiş olmanız şiirlerinize farklı bir renk katmış, hatta şiirlerinizin yüzde otuzluk kısmı bire bir Tanrıyla muhatap, nedenini açıklayabilir misiniz?

Tanrı zaten bütün varlıklarda dışrak olduğu kadar, içkindir de.  Yani felsefi bir bakış ve duyuşla yola çıkacak olursak, Vahdet-i vücut (Varlık birliği).

Gözümüzün gördüğü her varlıkta onun içkinliğini hissetmemek mümkün değildir. Biz sıradan şairler nasıl ki sözcükler topluluğuna güzel biçimler vererek şiiri oluşturuyorsak, Tanrı da kâinatı yaratırken bütün varlıklara güzel biçimler vererek yerli yerine mısra mısra yerleştirmiştir. Yâni, asıl ve en güzel şiiri gözlerimizin önüne sererek o yazmıştır. Bense bunun farkında olan birisi olarak, o en güzel şiiri yazan, o en büyük şaire hayranım, aşığım. Bu aşk bana nasıl bir ilham armağan edebilir ki? Görünene âşık olmak çok kolaydır. Ya görünmeyene duyulan aşk!  Bu cümlenin felsefesini size bırakıyorum.

-  Peki, şiir yolculuğunuzda daha neler yapmayı planlıyorsunuz?

Daha önce de söylediğim gibi Edebiyat yolculuğu sonsuzluk yolu gibi bir şeydir, yol hiçbir zaman bitmez. Siz kendinizi geliştirdikçe, bilgi dağarcığınızı doldurdukça, ilham periniz sizi hep şaşırtarak,  beklemediğiniz biçimlerde, düşünemeyeceğiniz kadar güzel eserleri üretmenize vesile olacaktır. Bu nedenledir ki,  daha çok okumam gerektiğinin bilincindeyim. Edebiyat alanındaki çalışmalarıma ışık tutması açısından okumak istediğim pek çok eser vardır. Bilginin sonsuz sokaklarında dolaşmak mutluluğun ta kendisidir. Ve elinize aldığınız kaleminizi boş ve beyaz kâğıda dokundurup kelamları dökmeniz, berrak ve durgun bir denize kulaç atmak gibi rahatlatıcı ve dinlendiricidir. Sanatı yaşam biçimine dönüştürerek yaşamak, sanat üretimini kolaylaştıran bir faktördür.

-  Nur hanım şiir konusunda sizden son derece doyumlu cevaplar aldık teşekkürler, sizin resim çalışmalarınızla ilgili açtığınız nitelikli sergilerinizi yakinen takip ediyoruz.  Alışılmışın dışındaki bu resim yolculuğunuz dikkati çekmeyecek gibi değil. Bunca konu ve materyal varken, Antik medeniyetleri çalışmanız bizde merak uyandırıcı oldu bu konudaki düşüncelerinizi almak isterim  

Öncelikle;  (SÜMER- MISIR- MAYA VE YUNAN)   Mitlerini, bir proje olarak ele alıp, bilgileri ve efsaneleriyle, belgesel nitelikli bir çalışmaya giriştim evet!  Nedeni: Gelecek nesillere gönderilmesi gereken kadim tarihe ait buluntu ve kalıntıların, malikânelerini süslemek için batılı Baronlar tarafından yurt dışına kaçırılmaları. Ayrıca;  yangın, terör, savaş, yöresel hırsızlık ve doğal afetler, özellikle de: Küresel Güçlerin tutturdukları “yenidünya düzeni” safsatalarıyla bilerek ve isteyerek, eski olan her şeyi yok etme eylemleri ((haarp) suni depremler, çıkarılan suni yangınlar vs) nedeniyle dünya medeniyetlerinin ayak izlerinin de giderek silineceği endişesi bu misyonu üstlenmeme sebep oldu. Küresel güçlerin yaptıklarına bakılırsa dünyada bulunan tüm kitapları da yok edip, bundan sonraki nesillere dijital yolla sadece kendi istedikleri bilgileri yükleme işlemini başlatmaları hiç de ütopya sayılmaz. Değerli bilgi kitaplarını toprak altında ya da eskilerin yaptığı gibi mağara ve mahzenlere saklamaya başlamak inanın ki garip sayılmayacaktır.

- Nur hanım. Geçmiş tarihin manevi zenginliklerine duyduğunuz ilgiye hayranlık duymamak olanaksız. Ancak Mitlere duyulan böylesi bir tutkunun ardında daha derin izler olduğunu düşünmemek imkânsız, sanki geçmiş çağlardan şu ana reenkarne olmuşsunuz gibi bir his oluşturdunuz bende, bu konunun sizde mutlaka daha başka bir hikâyesi olduğunu düşünüyorum, varsa lütfen açıklar mısınız?

Elbette vardır hiç olmaz olur mu?  Ancak bunun cevabı sayfanızda uzunca bir yeri işgal edebilir. Ya yayınlanmalı ya da bu son sorunuzu hiç sormamış kabul ederek bu söyleşiyi burada noktalamalıyız.

-  Her olasılık dâhilinde bu hikâyeyi dinlemeyi çok istiyorum Nur Hanım. Şartlar el verirse söyleşimizin tamamını yayınlamayı elbette ki çok istiyor olduğumu bilin yeter.

“Tarih aşığı bir babanın dokuz yaşındaki kızıydım. Babamın sık sık okumak için eline aldığı -kalın bir kitabı vardı. O kitap babama büyük büyük dedesinden kalmaydı. İçindeki Arapça ’ya benzeyen yazıları gördüğümde, çocuk aklım ile onun “Kur’an” olduğunu sanmıştım. Fakat onun Osmanlı Alfabesi ile yazılan, içinde Tarih, Felsefe, Mitoloji, Astroloji ve Teoloji bilgilerini barındıran kadim bir bilgi kitabı olduğunu çok sonraları anlayacaktım.

Zaman zaman kuzenlerim ve amcalarım babamın etrafını sararak ona “hadi anlat, seni dinlemeye geldik” diyerek babamın dizleri dibinde çember oluşturup otururlardı. Babam benim Kur’an sandığım o kitabı açarak, önce sessizce bir iki sayfa okur, sonra lezzetli bir yorumla Türkçe anlatıma geçerdi. Ben de bu çemberin içinde oturarak babamın anlattıklarını çocuk aklımla şaşkınlık, hayret ve hayranlıkla dinlerdim.

Şimdi anlıyorum ki; sanat yolculuğumun rotasını çizen ve binek atını hazırlayan babamın anlattığı kadim tarihin ta kendisiymiş. Bilinçaltıma düşen bu tohumların yıllar sonra yeşereceğini nereden bilebilirdim ki!

Henüz ilkokul dördüncü sınıftaydım. Resim yapmaya çok istekliydim. Arkadaşlarımı örgütleyerek resim yapmak üzere bahçemize davet etmiştim. Topluca sulu boya ile resimler yapıp bitince de raptiye çivileri ile ağaçlara tutuşturarak o yaşlarda ilk karma sergimizi açmıştık bile.  İlk şiirimi on dört yaşında yazmıştım. Çocukça kelamlar yığını olsa da bugünlerin işaret fişeği gibiydiler. O dönemlerde bir deneme kitabı da yazmıştım. Sanırım farkına varmadan bugünlerin provasını yapmışım. Orta 3.sınıfta şiir yarışmasında birincilik, lise 2.sınıfta resim yarışmasında birincilik ödülleri almış olmam beni cesaretlendirerek bugünlere taşımıştı. Yaş ilerledikçe şiir ve resim denemelerim çoğalıyordu. Fakat yaptığım hiçbir resim beni mutlu etmiyordu. Derin, daha derin bir şeyler olmalıydı. Mesela benimle konuşan, ruhsal alışveriş yapan,  bir hikâyesi olmalıydı resimlerimin. Öyle ya, her nesnenin bir hikâyesi varsa resimlerin de hikâyeleri olmalıydı ki, bir ruha bürünebilsinler.

Resimlerdeki bu arayışlarıma hız kesmeden devam ediyor, yaptığım hiçbir resim tarzıyla ruhsal doyuma ulaşamıyordum. Derken bir iki mitolojik figürü tuval üzerinde denemek istedim. Bu figürlerin hikâyeleri dikkatimi çekmişti. Okudukça büyüleniyor, giderek bilgi dağarcığım genişliyordu. Hikâyeler beni çok etkilemişti, buluntular ve kalıntıları mekânları ile efsaneleri ile inceleyeyim derken bir mıknatıs gibi beni girdaplarına çekmeye başlamıştı. Mitolojinin sırlarla dolu kadim geçmişi, beni öylesine etkileyen hikâyeleri fırça darbelerimin rüyası olmuştu artık.

Sonunda aradığımı bulmuştum. Çünkü tarihi mekânların, figürlerin, kalıntıların ve buluntuların üzerinde duran, enerjiler ve sırlar,  hala dipdiri, capcanlıydılar. Bunu hissedebiliyordum. Zamanın derin boşluklarında yankılanıyordu sesleri “bul beni, bul bizi” diye bağıran ruhsal dalgalanmaları beni heyecanlandırıyordu. Evrende hiçbir sesin, hiçbir izin, yazılmış hiçbir kelamın kaybolmadığını, sonsuza dek semada asılı beklediklerini okumuştum bir yerlerde. Semanın aslında bir kayıt defteri olduğunu da…

O nedenle tüm bu sesler adeta beni çağırıyordu. Hele de hikâyelerin ve efsanelerin içinden fışkıran felsefe var ya!  Evrenin sonsuz katmanlarını gösterir gibiydiler. Onların hala orada duran ruhsal enerjileriyle derin kuyulara iniyor, uçurumların en uçlarında dolaşıyordum artık.

Sonu olmayan bu gizemlerin gölgeleri, bana kendilerini fark ettirmeden yazılarıma, şiirlerime, resimlerime sızmaya başlamışlardı bile.  Kalıntılardaki insan yansımaları hikâyeleri ile fırçamı, dilimi, kalemimi ele geçirmişler, kendilerini yazarak çizerek anlatmaya başlamışlardı.

Bu sarhoşluğumu, bu heyecanlarımı dengeleyen tek şey, “Tanrı ile Sohbetlerim”, “Tanrı’ya Mektuplarım” ile nesir tarzında yazdığım şiir satırları idi.

Ah babacığım ah! Sen beni çocukluğumda anlattığın kadim Tarihin zindanlarına kilitleyerek gitmişsin meğer.  Bu gün hayatta ve yanımda olsaydın eğer, geçmiş günlerde anlattığın o derin hikâyelerin kahramanlarıyla şiirlerimde nasıl sohbet ettiğimi ve tuvallerimde nasıl yeniden can bulduklarını izleyebilseydin keşke. Sanatımın mimarı sevgili babam. Saygı ve özlemle…

gokirmaklinur@gmail.com/ /nurgokirmakli.com/

ETİKETLER :

ÖNERİLEN HABERLER

YAZARLAR

DEICMANN BANNER PEGASUS BANNER MG BANNER MC DONALD'S PENTİ İÇ GİYİM
POLİSAN CHAKRA ALIŞ GİDİŞ